Reminiscence İnceleme | Şu Nolan'a Özenmeyin Kardeşim!
Westworld ile ses getiren Lisa Joy bu yükselişi açık bir şekilde kullanarak ve aynı zamanda dizinin 4. sezonunun ertelenmesine de sebep olarak Reminiscence filmini vizyona sokmayı başardı. Açıkçası sanırım ilk defa bir film yabancı basından önce ülkemiz basını tarafından değerlendirilecek ki Amerika'dan bir hafta önce ülkemizde vizyona giren The Suicide Squad'ta bile yabancı basın yorumları bizlerden çok daha önce yer almıştı platformlarda. Söylenenlere göre yapımcılar filmin Amerika'da basına ön gösterime açılmasını istememiş, birinin kendi filmine olan güveninin ne kadar az olduğu bundan daha iyi anlatılamazdı sanırım. Son zamanlarda en isteksiz yazdığım basın gösterimi incelemesi bu olabilir sanırım çünkü film neresinden tutsam elimde kalıyor. Yazıyı yazmamayı bile çok düşündüm ancak gösterime verilen emeğin karşılığını vermemek olmazdı. Kısacası fragmanlarda çok fazla Nolan havası hissettirmeye çalışan yeni bilim kurgu filmi Reminiscene'ı izlemenizi önermediğimi en baştan söylüyorum, bu yazı da biraz ufak spoilerlı mızmızlanma yazısı olacak haberiniz olsun.
Lisa hanım kendince bir postapokaliptik dünya oluşturmuş ve bu dünyadaki New York'un nasıl bir yer olduğunu öğrenerek başlıyoruz zaten filme. Gelgitler sonucu su seviyesi inanılmaz yükselmiş ve New York aslında denizde yüzen minarelerden oluşan bir şehre dönüşmüş. Pek detaylı ve açıklamalı bir evren olduğunu söylemek güç ancak film boyunca bir iki ufak bilgiyle bu açığı kapatmaya çalıştığını da söylemek gerek, çok yaratıcı şeyler olmadığını da ekleyerek. Bilim kurgu öğeleri açısından zaten filmin yaratıcılık konusunda bence ciddi eksiklikleri var. Böyle bir gerekliliği tabii ki yok, yaratıcı bilim kurgu unsurları olmamasına rağmen elindeki basit öğelerle çok yaratıcı işler çıkaran filmler de var. Ancak bu film pek çok eksiğinin yanında en azından daha önce görülmedik türden etki bırakacak bilim kurgu unsurları barındırsa seyir zevkini şüphesiz arttırırdı. Filmde en yaratıcı duran teknoloji henüz üzerinden bir sene geçmeden milyonlar tarafından oynanan Cyberpunk 2077 oyunundaki Brain Dance teknolojisi olduğu için bu yönüyle benden geçer not alamadı film.
Sevmediğim hangi noktayla devam etsem bilmiyorum ama dış sesi bir aradan çıkaralım. Dış ses bence yaratıcı ve gerekli olduğunu yüzde yüz hissettirilmediği sürece hiç mi hiç kullanılmaması gereken bir şey. Örneğin Tarantino'nun Hateful Eight filmindeki dış ses kullanımını çok severim çünkü yönetmen bunu kullanmasının şart olduğunu çok sempatik bir dille izleyiciye açıklar ve ardından anlatımı tamamlar. Bu tarz işlerin dışında zaten gördüğümüz şeyleri bizlere anlatan filmler beni kendinden çok koparıyor. (Yeni izlediğim için aklımda eski bir filmden örnek var: City of God filmindeki dış ses kullanımı da benim filme olan bağımı çok etkilemişti, çünkü zaten ekranda polislerle konuşan komşusu için 'Komşum polis çağırmıştı.' tarzında dış ses açıklamalarından bolca bulunan bir film.) Bu filmde de çok rahat anlaşılır kısımlarda karakter aniden kendisi hakkında analizler, olay açıklamaları yapma yoluna giriyor. E zaten gösterdiniz ablacım, anladık biz onu, salak değiliz ya. Daha hala ne anlattırıyorsun karakterine. Şahsen ben bunun senaryo tembelliğinden başka bir şey olduğunu düşünmüyorum, ince detaylarla izleyiciye anlatmak yerine açık açık söylemek çok kolay. Hemen hemen her duayen senaristin tembihlerinden biri olan 'İzleyiciye söyleme, göster!' tembihinin anlamını ben bu filmde bir kez daha deneyimledim. Filmin başında bu kadar takılmasam da karakter finalde artık bazı repliklerin benzerlerini üçüncü kez kullanınca baygınlık geçirecektim.
Senaryoya girdik, buradan devam edelim o halde. Filmin bütün kurgusu sıradan ve izleyiciye duygusunu geçiremeyen bir aşk hikayesi üzerine kurulu denilebilir. İzleyebileceğiniz dandik Türk romantik komedi yapımlarındaki kadar sebepsiz ve ani bir 'hayatımın aşkı' hikayesi bu, aynı zamanda çok da hızlı bir şekilde ilerlediği için hissiyat hiç mi hiç geçmiyor. Zaten karakterlerle bağ kurabileceğiniz hemen hemen hiçbir şey sunmuyor, bunu tercih etmiyor. Rebecca Ferguson'un karakteri çok ani motivasyon değişimlerine sahip ve bunların gerekçesi olarak da açıkçası ucuz ve tutarsız bir bahane sunuluyor. Filmde kurcalasak ortaya çıkacak sayısız senaryo açığı olduğu belli ancak kurcalamadan da zaten birkaç tanesi rahatlıkla göze çarpıyor. Bunlardan biri de zaten Rebecca karakterinin bu ani değişimlerinin gerekçesiyle ilgili ancak spoiler vermek istemediğimden burada açıklamak istemiyorum, malum filmin zaten doğru düzgün şaşırtmacalı sahnesi yok, bari bunları ben elinizden almayayım. Bir diğer bariz senaryo açıklarından biri de Hugh Jackman karakterinin bu teknolojinin ne kadar tehlikeli olduğunu ve bu yüzden pazarlamasına rağmen kendisinin hiç kullanmadığını anlattıktan 30 saniye sonra kendisini cihazın içinde bulmamız. Lan ne ara ikna oldun, bir aylık sırf seks üzerine kurulu gözüken ilişkin mi teşvik etti? Hayır, çok çirkin bir karakter tasarlarsın ve çok güzel bir kadınla ilişkisi olunca kaybetmek istemeyerek bir motivasyon oluşturur ve bahsettiği riskleri alır ama böyle bir durum da yok. Bu tarz büyük aşk havası oluşturmak istiyorsan sevgili Lisa hanımefendi, bence önce bu aşkı inandırıcı bulacak incelikler eklemelisin senaryona. Şahsi fikrim yani, o aşka inandıktan sonra zaten karakterlerin motivasyonu kolaylıkla geçer izleyiciye. Demek istediğim senaryodaki herhangi bir durumu bize karakterin motivasyonunu kullanarak sunmamalısın, duruma ikna ettikten sonra zaten karakterin motivasyonuna ikna olmalıyız biz. Bu filmde ise aşkın büyüklüğü karakterlerin motivasyonu ve birbirlerine olan tavırlarıyla ispatlanmaya çalışılmış gibi hissettim ben, haliyle saçma sapan gözüktü her şey. Neyse çok uzattım, filmdeki bu tarz senaryo açıklarını say say bitmez, eminim siz izlerken zaten benim bulduklarımdan daha fazlasını bulursunuz. Bu film adına çok da takılmamak lazım artık ne diyeyim.
Bu arada şu ana kadar yazıda hiç değinmesem de film her şeyin yanı sıra bir suç filmi. 2021 yılında suç filmi yapmışsın, karakterin yere küpe atarak işaret bırakıyor. Bu ucuzluğu, sıradanlığı geçtim bunu gören üstün nişan alma özelliklerine sahip askeri geçmişli yan karakterin de o atmamıştır ya sular buraya sürüklemiştir diyor. Bari ana karaktere 'Yıl olmuş 2080, hiç mi suç filmi izlemedin amk!' dedirtseydin de gülseydik... Ha bu arada Hugh Jackman'ın karakteri de 'hayatının aşkı' olan kadın kayıpken ve tüm gücüyle onu arıyorken kapıya biri hayvan gibi vurunca götünü kaldırıp noluyor lan kim gelmiş gidip bakmak yerine yattığı yerden kapalıyız diyor. Sevdiği birini kaybeden kişiler bilir, en ufak bir tıkırtıda bile insanda 'acaba o mu geldi?' hissiyatı oluşur insanın içindeki umut etme dürtüsünden dolayı. Rebecca da aynı sahnede bu arada sesini çok rahat duyurabilecek durumdayken yere küpe atıp kötü adamın zoruyla götürülüyor tabii. Ulan hatırasını çalmak için bir dünya iş yapıp uğraştıkları kadın zaten her ay dükkana gelen sıradan bir müşteri, bekleyin dükkanın önünde zaten kadın gelecek sonra takip edip halledin işinizi. Ayrıca şu çıkar için yapmacık şekilde ilişki başlatıp sonra gerçekten aşık olma mevzusu ciddi ciddi devam ediyor ya! Baya ciddi ha! Başta hırsızlık için cinselliğini ön plana çıkararak çıkarcılık yap, sonra aşık oldum vs. İnsanlar fragmanı izleyince senin için yeni bir Nolan mı geliyor tarzında ifadeler kullanıyordu Lisa hanımefendi, n'apıyorsun gözünü seveyim. Ayrıca filmin yönetmeni erkek olsa muhtemelen Rebecca Ferguson'un cinselliğini ön plana çıkartmaktan bazı kesimlerce linç yerdi ama neyse o konulara hiç girmeyelim. Daha fazla senaryo açığı konuşmayalım demiştik ama yine bütün paragraf hemen hemen ona dönmüş bu arada, kaptırdım kendimi gidiyorum, mazur görün.
Hugh Jackman ise bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama filmde hala Wolverine'i oynuyor gibi hissettim. Aynı soğuk tavırlar, asabileştiği zaman çok benzer mimikler. Ayrıca filmdeki bir boğulma sahnesini X-Men'den aldık deseler herkes muhtemelen inanırdı, çok benzer. Ha bir de üstüne adam yine kızıla aşık oldu lan, valla bir farkı yok Logan'dan. Wolverine rolü Hugh Jackman ile bütünleştiği için bu tarz bir karakteri canlandırırken böyle hissettirmesi doğal tabii ki ama artık böyle rolleri kabul etmemeyi tercih etmesi eğer bu modeli üzerinden çıkartmak gibi bir amacı varsa bence yerinde bir karar olur. Oyuncuların en hoşlanmadığı şeylerden biri bir karakterin kendi oyunculuk kimliklerinin önüne geçmesi olduğu için söylüyorum, yoksa ben sabaha kadar izlerim bu filmde de rahatsız olmadım zaten. Rebecca Ferguson ise bence temiz bir iş çıkartmış senaryodaki tutarsızlıklar da göz önüne alındığında.
Yalan olmasın, filmde sevmediğim sahneler de yok değil. Özellikle başlarda müşterilerin cihazda yaşadıkları deneyimi hızlı hızlı gösteren sekansı ve iki ana karakterin vedalaşma sekansındaki bazı noktaları sevdim. İnsanlardaki anılarını tekrar tekrar yaşama arzusunun acınası ve trajik bir şekilde yansıtılması da filmde beğendiğim kısımlardan biri. Yan karakterler hakkında ise pek fazla konuşasım yok, filmin de pek fazla konuşası yoktu zaten anlaşılan, hiçbirinin geçmişi hakkında pek fazla şey bilmiyoruz. Kimisi hakkında tek cümlelik bilgilerimiz olsa da onlar da fazla sığ bir şekilde bahsedildiği için yorumlanacak bir şey sunamıyor. Finalde de yan karakterlerden en önemlisinin sırf mutlu son diye yansıtmak uğruna aniden hadi oldu bittiye getirilen gelişimi de ayrı bir rezillikti senaryo adına. Söylemeden geçemeyeceğin filmdeki en acımasız sahnenin normalleştirilen bir intikam sahnesi olması da bence biraz sıkıntılı, bu tarz şeylere dikkat edilmesi gerekildiğini düşünüyorum.
Ha bir de, bu film niye IMAX olarak vizyona girdi? Ben de isterim her filmi IMAX izleyelim ama şahsen bir film bu şekilde vizyona girdiği zaman insan daha görkemli, yüksek prodüksiyonlu sahneler veya ses kurgusu ortalamanın üstüne olan, izleyiciyi atmosfere almak için kollarını sıvayan filmler bekliyor. Bu filmde ise bunların hiçbiri yok. Ne durdurup arka planı yapmalık sinematografisi sağlam sahneler var ne de ses kurgusunda herhangi bir özelliği. Herhalde diğer seçenekler arasında en uygunu bu filmdi dağıtımcıya göre. Buna bu kadar değindim çünkü bence kesinlikle insanların beklentilerini etkileyen bir durum. IMAX salonuna girdiğinde bile bir gaza geliyorsun...
Daha fazla yorulmaya ve kafa şişirmeye gerek yok, gece gece iç dökme tarzında hazırladığım bu inceleme sitede yazdığım film incelemeleri arasında en gurur duymadığım iş oldu maalesef. Umarım Lisa Joy hanımefendinin de bu film kariyerindeki en gurur duymadığı işi olur ve daha kötü yapımlara imza atmadan, kendini geliştirerek yoluna devam eder. Unutmamak lazım ki kendisinin henüz ilk filmi ve ben bu kadar beğenmediğimi dile getirsem dahi hazırlayacağı sonraki işlere yine de koşarak gitmeye devam edeceğim. Umarım bir dahakine bu koşuya değer!
Notum: 4.4 (Sevgili yönetmenimiz 44 yaşındaymış, yerinde bir not olur bence.)
Hiç yorum yok: