Yetişme #1
Yetişmek çizgi roman dünyasında zor bir iş. Eskiden bırakmaya korkuyordum çünkü bir veya iki ay bırakınca okunacak inanılmaz fazla sayı birikiyordu. Şimdi ise geçmişe göre daha az seri takip ettiğimden yetişmem bir tık daha kolay oluyor ama konuşması o kadar kolay olmuyor. Zaman bulamamalar birikip daha fazla akılda yazı bırakıyor ve bunları klavyeye dökemiyorum. Bu yazının amacı da bu. Önceden konuşmak isteyip zaman bulamadığım birkaç tane seriyi topladığım bir yazı. Yolumuz uzun olacağından erkenden konuşmalara geçelim derim.
Batman/Superman: World’s Finest
Bu seriye kadar uzun zamandır Superman okumuyordum. Okuyabileceğiniz onlarca Batman çizgi romanı varken ve genellikle çoğu güzelken elimizdeki Superman içeriği çok az. Ana devamlılıkta sadece bir tane Clark olan seri var ki o da Action Comics. Warworld hikayesi fazla uzadığından bırakalı biraz oldu ama kaliteli olduğunu hala duyuyorum. Justice League’i ise Bendis yüzünden bıraktım. Ana Superman serisi ise Jon Kent üzerine kurulu ki olay çıkartmamak için şimdilik benlik değil diyeceğim. Bu yazıya devam etmek için döndüğümde ise iki tane ana Superman serisi var ve ikisini de okumuyorum. Biri üşenmekten diğeri ise seri hakkındaki ciddi sıkıntılarımdan dolayı ama her şeyin arasında sürpriz bir seri çıkageldi. Mark Waid tarafından yazılan ve Dan Mora tarafından çizilen Batman/Superman serisi Worlds Finest.
Mark Waid’in bu kadar süre sonra hala ortaya ortalama bir iş çıkarıp çıkaramadığını bilmesem de çizer Dan Mora olduğu için bakmak istiyordum. Kendisi güncelde en sevdiğim çizerlerden ve seride de baya kaliteli bir iş çıkarıyor. Rengarenk ve dinamik bir tarza sahip. Ana değinmek istediğim olay ise Mark Waid. Kendisi beklentimin çok üzerinde çıkarak başarılı bir Batman ve Superman serisi sunmuş. Hiçbir şekilde sıkmıyor ve tüm kartları kullanıyor. Bir sürü karakter içermekle beraber 500. kez Batman ile Superman’in birlikte çalışmayı öğrenmesini anlatmıyor veya baya iyi bir ikili okuyoruz. Aynı zamanda direkt dalabileceğiniz bir seri. İlk canon değildir diyerek okuyup eğlensem de sonbaharda çıkacak Batman vs Robin hikayesine bağlanabilir ama dediğim gibi bu seri için başka bir bilgiye gerek yok. Gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman demem ama DC’nin şu anda güncelde çıkardığı en eğlenceli ve en iyi işlerden biri. Bu kuraklıkta ne okusam diyenler için ilk yönlendirmem bu seri olabilir. İleride bu serinin çıkacak sayılarını da konuşmak istiyorum.
Spider-Man (Dün, Bugün ve Yarın)
Bir sene öncesinde Spider-Man serisi ve şikayetlerim hakkında bir yazı yazmıştım. O vakitlerde daha Sinister War vardı ve hala korkunç sonuna ulaşmamıştı. Dünya daha sakin bir yerdi. O hikaye bittiğinde diyemedim, şimdi diyeyim, allah belanızı versin. Başka bir şey demiyorum. Bu cümleyi umarım bu yazıda çok kullanmam ama siz gerçekten hayranları umursamayan editörlersiniz. Bir X-Men bir de Spider-Man editörleri en büyük aptal olmak için savaşıyor resmen. Normalde tüm şikayetlerimi upuzun bir yazıda konuşacaktım ama bazı yoğunluklardan dolayı hep erteledim ve konuşacaklarım artmaya başladı. O yüzden burada taramalı bir şekilde konuşacağım. Aynı zamanda bu yazıdaki en uzun segment burası olacak gibi.
Öncelikle Nick Spencer, iyi ki bu seriden çıktın çünkü acı dolu yoluma son verdin. Ayda 3 tane sayının da vasat olması büyük bir başarı. Hele fanları One More Day olayları ile yemlemeler ve sonunda gereksiz karışık saçma bir kurgu sunmak ne ya? Spencer’ı en azından Slott’tan daha iyi diye savunanlar var da hiç katılmıyorum. Çizgi roman dünyasına ilk Slott döneminin başlarında girmemdendir belki bilmiyorum ama kendisini her zaman eğlenceli ve yeterli bulmuştum. Spencer doyurmuyor, hep en az ilgi çekici konulara yöneliyor ve resmen dalga geçercesine asıl istediğimiz şeyleri takmıyor. İyi ki gittin Spencer yoksa yeni Tom King’im sen olurdun.
Gelelim Beyond dönemine. Bir sonraki ana yazar fikirlerini düzene sokana kadar birkaç yazar ve çizerin doldurma hikayeler koyduğu bir dönem. Her yazarı tek tek konuşmayacağım ama bu dönem güzel yükseklere ve inanılmaz düşüşlere sahip bir hikayeydi. Haftalık durumda olması zaten yorucuyken bir hafta güzelken bir hafta inanılmaz kötü olması ağırdı. Yine de aklımda kalan güzel kısımlar beni memnun bıraktı. Sonunu da herkese göre daha çok seviyorum. İnsanlar Ben Reilly’nin karakterinin parçalandığını söyledi ama ben bu durumu açıkçası beğendim. Bazı generasyonların aksine Ben Reilly’i hep yanlarda gördüğümden çok da ilgimi çekebilen bir figür olmamıştı kendisi ama gittiği yön ilgimi çekmeyi başardı. Tabi birazdan bahsedeceklerim yüzünden batıracaklarına eminim. Kısacası Beyond dönemini Marvel’ın Spider-Man’i hızlıca 900. sayıya getirmek için yaptığı ucuz bir hamle olarak görüyorum.
Biraz da Zeb Wells’in yazdığı güncel seriyi konuşalım. İlk sayısı ne kadar okurları sinirlendirip konuşturmak için yemlerle dolu bir sayı olsa da devamı… meh. İlk sayıdan sonra ne öne çıkan bir yanı var ne de ofansif bir tarafı var. Gayet normal bir mafya hikayesi ve 900.sayıya kadar oyalayacak ortalama olaylar bulundursa da sayılar aklımda çok uzun süre kalmadı. Açıkçası bu serinin tek ofansif yanı çizimi. John Romita Jr. nefret ettiğim bir çizer ve bu seride de çok kötü bir iş çıkarmış. Eski işlerinden dolayı hala seven bir kitle olsa da ben hiçbir zaman sevemedim. Serinin en kötü yanı benim için çizim bu sebeple. Yine de konuşmak için daha çok erken. 900.sayıda belki incelemeye dönerim çünkü oradaki şikayetlerimi buraya sıkıştıramayacağım.
Son olarak geleceğe gidelim. Yukarıda X-Men ve Spider-Man editörlerinin gerizekalılık yarışından bahsetmiştim ya, birlikte çalışmaya karar vermişler. Moira ve MJ olaylarının yanında Ben Reilly’nin önde olacağı ve sonbaharda çıkacak Dark Web hikayesi çok korkutuyor beni. Fikir anlamında çok kötüler ama umarım işlenişi güzel olur. O zaman upuzun Spider-Man kısmımızı atlayıp bir sonraki yerimize geçelim artık.
Batman #124
Bu yazıyı yazdığım vakitte Batman #125 çıktı ve Chip Zdarsky’nin dönemi başladı. Sitede detaylıca konuştuğumuz Shadow War ardından bir de Batman #124 çıktı ve Williamson’ın dönemi sona erdi. Şimdi bu sayıyı tek başına konuşmak istemedim çünkü diyeceklerim sıkıcı ve az. 125 ile de konuşmak istemedim çünkü o sayıyı tek başına konuşmak istiyorum. Bu yüzden 124 buraya kaldı.
Batman Badhnisia’ya dönüp yeni bir Abyss vakası çözmeye çalışıyor ve oradaki dedektif ile yolları yeniden kesişiyor. Sayı Williamson’ın birkaç olayına düğüm atıp evrene bir iki unutulacak olay getirse de Abyss olayına tatmin ediciden çok uzak bir son getiriyor. Birçok kez gördüğümüz Batman olayına yeni ve tatlı bir eklenti gelse de ana Abyss olayı doyurmuyor. Williamson genel olarak ortalama bir iş ortaya koydu başta olduğu vakitte. Zdarsky gelene kadar ne de olsa Shadow War’da Batman var diye Williamson’a vermişler. Çizer olarak da sayıda bu arada Shadow War’da baya eleştirdiğim Howard Porter var ama bu sayıda güzel bir iş çıkarmış. Öyle gözüme çarpan bir nokta olmadı. Yanına da kısa ama öz bir şekilde Jorge Fornes eşlik etmiş. İnceleme olsa sayıya 5-6 arası bir şey verirdim. O zaman bir sonraki konumuza geçip Batman’e Zdarsky’de görüşürüz diyoruz.
Strange Academy
Geçtiğimiz sene en iyi on serime koyduğum Strange Academy’e minik bir aradan sonra yetiştim ve fark ettim ki bitmiş. Öylece bitmedi tabii ki. Seri yaz tatili arasına girmeye karar verdi ve aynı takım ile ileriki zamanlarda yeniden başlayacak. Öncelikle Humberto Ramos uzun zamandır bu kadar kaliteli ve tutarlı bir iş sunmamıştı. Serinin çıkış düzenini etkilese de 18 sayı boyunca çok güzel bulundu ve hala bulunacak olması çok güzel bir haber. Böyle gençleri ele alan bir seriye çok güzel ve temiz oturuyor. Tabi büyük bir Ramos fanı olduğum için seriye onun için girişmiştim ama çok daha fazlası için kaldım.
Skottie Young çok güzel bir iş çıkardı bu 18 sayıda. Karakterleri o kadar güzel şekillendirdi ki sona geldiğimde Dormammu oğlu Doyle için tezahürat ediyor, Calvin için üzülüp daha iyiye gelmesini istiyor ve Emily’nin aklının başına gelmesini istiyordum. Young bu karakterlerin tonunu ve sesini çok iyi ayarlayıp okuyucuyla çok güzel yakınlaştırdı. Aynı zamanda Doctor Strange evreni için de enteresan ve önemli şeyler bulundurabileceğini düşünüyorum. Skottie Young zaten iyi bulduğum bir yazardı ama bu seri ile ön yargılarımı gerçekten kırdı ve başarılı bir iş çıkardı. Marvel’ın en iyi serilerinden biri olmasıyla beraber herkesin ön yargılarını kırıp okumaya davet ediyorum ve son olayımıza geçiyorum.
Devil’s Reign
Daredevil incelemelerine yakında geri dönmek istediğim için Devil’s Reign’i aradan çıkarmam gerekiyordu. Sitede daha önceden ilk iki sayısını incelemiştim ama daha sonraki sayıları incelmeye elim gitmedi. Bunun en büyük sebebi de Marvel event yorgunluğuydu. Keşke bazı hikayeler event olmayıp böyle serilerin hazırladığı şekilde serinin içinde yaşansa dedim. King in Black bunun güzel bir örneğiydi ve Devil’s Reign de güzel bir farkındalıktı. Bu event ile alakalı en sevdiğim şeyler Daredevil serisinin temel attığı konular ama onun dışarısında olan her şey unutulup gidiyor.
Öncelikle dediğim gibi bu event Daredevil hakkındaki noktaları güzel tatmin ettiriyor. Her karakter güzel gelişiyor ve hikayenin sonunda Daredevil çevresindeki karakterler güzel etkileniyor. Mesela Kingpin bence inanılmaz iyi yazılmış ve kullanılmış. Başlangıçta sessiz gitse de serinin dönüm noktasından sonra kafayı yiyip artık eline kan bulaştırması şok ediciydi. Serinin sıkıntısı ise Marvel’ın odaksızlığı. Bu bir Daredevil eventi olmalıydı ama bazen odak çok saçma yerlere kayabiliyor. Sadece tie-inler ile alakalı olduğu için editörlerin sıkıştırdığı Thunderbolts veya diğer evrenlerden gelen Doctor Octopuslar konusu hikayeyi çok bozuyor ve bazı anlarda atmosferini parçalıyor. Daha ciddi ve sokak seviyesi olması gereken konular Hulk Ock ile bozuluyor.
Sadece Daredevil taraflarını etkiliyor diyorum ama Luke Cage de baya önemli bir gelişim yaşıyor hikayede ama konu hep arkaplanda ilerliyor. Normalde baya önemli olması gereken Luke Cage’in seçimlere katılması durumuna hiç odaklanmıyorlar. Dersiniz ki bu da tie-inlerde ilerlemiştir ama yok. Luke Cage ara sayıları çıkmadan önce iptal edildi. Asıl önemli olacak şeyler arkaplanda kalırken Ockverse durumlarının kalması hikayeyi çorba haline getirdi diyebilirim. Marvel’ın event problemi bir kez daha kaliteli bir hikayenin ismine leke sürdü. Sadece bu durumdan dolayı Avengers/X-Men/Eternals eventini okuyasım gelmiyor. Daha da üzen şey bu serilerde inanılmaz çizerlerin bulunması. Devil’s Reign sayılarını Daredevil serisinin yıldız çizeri Marco Checchetto çiziyor ki bence modern çizgi romanlardaki en iyi çizerlerden. Sadece övgü dolu kelimeler söyleyebileceğim inanılmaz bir sanatçı kendisi.
Kısacası Devil’s Reign son yıllarda çıkmış bir Marvel eventiydi. Tüm güzel yanları ve kötü yanları taşıyordu. Checchetto’nun gücünü güzel gösterdiği, Zdarsky’e güvenimizin biraz sarsıldığı ve bu yazı yayınlanınca belki de çoğunuzun çıktığını unuttuğu bir hikayeydi.
Böylece yetiştik okurlar. Yakında konuşmak ve atılmak istediğim serilerden önce güzelce öncesinde yaşanan işler hakkında fikirlerimi verdim. Bu tarz bir yazıyı ileride bağımsız hikayeler için de yapabilirim çünkü orada da baya geride kaldım. Üzücü olan ise bağımsızlarda geri kalınca neyin çıktığını ve neyin popüler olduğunu da bilemiyorsunuz o yüzden yeni serileri bulmak için biraz daha uğraşmanız gerekiyor. Oraya da bir gün girme umuduyla görüşürüz diyorum.
Hiç yorum yok: