Dark Crisis Yolculuğu | Part 4- Justice League Olamamak


Artık yazı serisinde bu kadar ilerlediğimize göre başlangıçları biraz daha kısa tutabilirim çünkü olayı biliyorsunuz. Hatta bu yazıda hiç yeni bir şey yok. Geçen yazıda ne konuştuysak bir sonraki sayıları. Geçtiğimiz yazıda artık ara sayıları da dahil etmeye başlamıştık ki Flash fena olmayan bir başlangıç yapsa da Worlds Without ara sayıları ağızda kötü bir tat bırakmıştı. Umalım ki bu yazıda konuşacağımız sayılar çok daha iyidir. 


Flash #784


Flash ailesinin multiverse’de Barry Allen’ı arayışı devam ediyor. Bazıları Mad Max tarzı bir evrene düşmüşken bazıları Batman ve Flash’ın bir araya geldiği bir evrene iniyor (hayır o değil). Wally Westler ise Barry Allen’ın hapis tutulduğu ama mutlu mesut yaşadığı evrene giderler. Barry Allen’ı uyarmaya çalışıp kurtarmaya çalışsalar da Barry onları bir tehdit olarak görmektedir. İşler karışmaya başlarken hikaye de daha karanlık bir hal almaya başlar. 



Bu sayı bir öncekine göre kesinlikle daha iyiydi ve zaten bir önceki sayıyı beğendiğimi söylemiştim. Sayı üç hikaye anlatıyor ve bunların hepsini başarılı bir akışta sunuyor. Hiçbiri gereksiz uzun durmuyor ve hiçbiri diğerinin hikayesini bölmüyor. Birinden ayrıldık mı diğerine geçiyoruz. Bunun sayesinde okur yorulmuyor farklı hikayeleri takip ederken. Yazım olarak da eğlenceli ve yormuyor. Gelelim üç hikayeye. Mad Max tarzı olan sayı içersinde en az ilgimi çeken olsa da uzun zamandır görmediğimiz Flash karakterleri olduğundan eğlenceli kılıyor. Batman ve Flash origininin bir araya geldiği hikaye ise aslında ortalama bir hikaye ama çocuklar katılınca ve çizimle okuması çok güzel bir hal alıyor. O Flash’ın duruşu o kadar havalı ki okumaya devam edesim geliyor. Gelelim ana ve son hikayemize. Asıl Barry Allen’ı ele alan durum inanılmaz aksiyonlu, gergin ve heyecanlı. Sayfaları heyecanla değiştirdiğim çok güçlü bir hikaye ve önemli hissettirmeyi de başarıyor. Sayıdaki favorim olduğunu anlamışsınızdır. 


Nahuelpan çizimde çok güzel bir iş çıkartmış. Farklı stiller ve renkler ile her evreni birbirinden farklılaştırmayı başarmış. Özellikle dediğim gibi Batman Flash çok havalı duruyor. Ana Barry Allen’daki eski çizgi roman estetiğini de modern bir şekilde sunarak gözü yormayan bir iş sunmuş. Hikayeler adasındaki farkı hissediyorsunuz ama o farklar yeni bir çizermiş gibi de gelmiyor. Özetlemek gerekirse gayet akıcı, güzel ama bir yandan da eğlenmelik bir sayı. Muhtemelen bu yazıda konuşacağım sayılar arasında daha iyi olanlardan. 


Notum: 8.5


Flashpoint Beyond #4



Bu yan eventimizin 4.sayısında Thomas Wayne odaklanır ve ana hikayeyi anlamaya çalışır. Zaman yolcularını, farklı evrenlerin varlığına hakim kişileri öldüren Clockwork Killer kim? Sayıda bunun cevabını sonunda almakla beraber bu evrenin Two-Face’inin oğlu, annesini görmek için güvenlikli olması gereken bir akıl hastanesine düzgün bir eğitim almadan girmeye doğru yola çıkar. Bir sayıyı o kadar da beğenmediğimi bazen anlatış biçimimden anlayabileceğinizi biliyor muydunuz? 


Bu sayıyı bir önceki üçlü (0’ı sayarsak dörtlü) kadar sevmedim. Biraz karışık bir torba ve bunun sebebi de sanırsam yan olaylar. Ana Clockwork Killer olayı çok güzel işlenmekle beraber çok ilginç detaylar barındırıyor ve bunları sunarken giderek merakınızı başarıyla arttırıyor. Ne kadar sayının sonundaki büyük açıklama kafamda yer etmese de nereye yöneleceğini merak ediyorum. 



Sayıda sevmediğim konu ise Two-Face hikayesi. Sıkıntı kesinlikle Two-Face’de değil. Kendisinin işlenişini uzun zamandır görüyoruz ve korkutucu yazımını da çok seviyorum ama oğlunun olayı cidden rahatsız etmeye başladı. İlk sayılarda nasıl bunun sadece bir Geoff Johns serisi olmadığından ama yanında Tim Sheridan gibi çok rahatsız olduğum bir yazar bulunduğundan bahsediyordum. Sheridan muhtemelen bu çocuğun kısımlarını yazıyor diyordum, tona pek uymadığından bahsediyordum ama küçük parçalar olduğundan da sayıya bakışımı çok sarsmıyordu. Bu sayıda bu kadar fazla olması sinirimi bozmaya başladı ve dediğim gibi eğitimsiz bir çocuğun Arkham’a sızmasını görmek tuhaf geldi. Two-Face durumundan ve hikayedeki rolünden dolayı ilgimi baya çekiyor ama işlenişte sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. 


Sıkıntı olmayan bir yer ise çizim. Mitch Gerards’dan inanılmaz bir kapak bulundurmanın yanında sayı Xermanico’dan başarılı bir çizim bulunduruyor. Hikayeyi anlatış biçimi ve panel düzeni çok hoşuma gitti. Bu sayı o kadar aksiyon içermese de karakterlerin ifadeleri ve atmosfere odaklanarak hikayeyi güzel sunmuş. 


Tüm dediklerimden sonra yine de sayıyı beğendiğimi söylüyorum. Her an güzel işlenmemiş olsa da hala hikaye sunumu ve anlatışı anlamında çok güçlü. Aynı zamanda sayıdan istediğim şeyi de alabiliyorum. Yine de geçtiğimiz sayılara göre bir düşüş olduğunu düşünüyorum ki bunu bir önceki dört sayıyı çok sevdiğimi hatırlatarak düşünmenizi istiyorum. Artık yavaştan sona yaklaşırken işlerin nerelere yöneleceğini baya merak ediyorum.


Notum: 7.0


Dark Crisis #3



Bu yazıda gerçekten iyiden kötüye gittiğimizi yazarken fark etmeye başladım. Yeni Justice League artık global olarak tehlikeye koşmaktadır ama Black Adam ekibin halinden hiç tatmin olmamıştır ve onları zorlamaya çalışmaktadır. Bunun yüzünden de ekip şimdiden yavaşça kırılmaya başlar. O sırada ise Deathstroke tuhaf şeyler yaşamaktadır. Bir yandan da bunun bir event olması gerektiğini hatırlayan Jashua Williamson, Green Lanternların Pariah ile olan savaşını başlatır.


Bu sayı hakkındaki sıkıntılarım çok fazla. İlk öncelikle üçüncü sayıdayız ve elimizde gerçekten event hissiyatı veren bir şey yok. Geçen sayıdaki yükselişten sonra o tempoda kalmasını isterdim ama bu sayı çok dağınık. Green Lantern olaylarını sevsem de tek sebebi muhtemelen Hal Jordan’ı özlemiş olmam. Onun dışındaki kısımlar çok saçma hissettiriyor. Deathstroke ağzından slime akıtıyor ve Justice League de ilgimi çekemiyor. Ekip şapkadan çekilmiş gibi geliyor ve Black Adam’ın dediklerine bir nevi katılıyorum. Bu hazır bir ekip değil ama gerçeği söylediği için tüm genç karakterler birden onu linçliyor. Açıkçası sayı başlangıçtaki gibi duygusuz ve boş haline dönmeye başladı. Evet bir sürü karakter var ama hiç kimsenin ne yaptığı belli değil ve heyecanlandırmıyor. Umarım Green Lantern olayları tatmin eder.


En azından Daniel Sampere’nin çizimleri iyi. Bolca karakterin bulunduğu güzel sayfaların yanında aksiyon anlamında da güçlü anlar yakalıyor. Duygudan arındırılmış bu hikayeye en azından bazı yerlerde ifadeler ve renklerin de birlikteliği ile farklı atmosferler katmayı başarmış. Çizerin beli inanılmaz ağrıyacak taşımaktan çünkü seri bu şekilde giderse DC bir kez daha güçsüz bir yaz eventi yapacak. En azından Death Metal iyi satıyordu. Siz satmak için adınızı değiştiriyorsunuz.


Notum: 5.7


Dark Crisis: Worlds Without A Justice League: Green Lantern



Oha bu sayı çok kötüydü. Bu ara sayıların konseptinden geçen yazıda bahsetmiştim. “Ölen” kahramanların hayali mekanlarını ele alıyor bu evrenler ama bu sayı hakkında ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu sebeple direkt sayıya dalacağım. Superman sayısında karakterler kötü yazılsa da en azından konsepti ve yazarın ne yapmak istediğini anlamıştım. Bu sayıda ne olduğunu da anlamadım. John Stewart ailesinin onunla gurur duymasını mı istiyor? Öyleyse neden bunun olması için karakterin tüm bir Sektörü olması ve en güçlü Green Lantern olması gerekiyor? Karaktere karşı bir sıkıntım yok ama tuhaf geldi. Sanki ana konsept farklı anlaşılmış ve Stewart’ı egomanyak ve övgü bekleyen birisi olarak göstermiş. Öyle Superman’in sonundaki gibi aww diye kapamadım sayıyı.


John Stewart bana göre en sıkıcı Green Lantern olmakla beraber hiçbir zaman DC’nin bu karakteri iyi kullandığını göremedin. Madem karakterle ne yapacağınızı bilmiyorusunuz neden kullanmaya devam ediyorsunuz? Ortalama bir yazım ve kafa karıştıran bir evrenin sonucunda inanılmaz unutulabilir bir sayı sundunuz. Daha da üzen ben bu sayıyı berbat Green Lantern serisini yazan adam yazıyor zannediyordum ama Phillip Kennedy Johnson yazmış ki kendisinin çok iyi işlerini okudum ama bu sayı hiç ama hiç olmamış. Sayıda başka bir hikaye var Hawkgirl’ü öne alan ve kısa olup yine tam anlamasam da en azından okunabilirdi. 


Çizim hakkında çok bir şey diyebileceğimi zannetmiyorum. Öyle öne çıkan bir yan yoktu. Fernando Blanco değil de Bland-o diyebiliriz çünkü ortaya bir şey sunmuyor. Jack Herbert’ın tarzı Blanco’ya göre biraz daha iyi gelse de çok konuşabileceğim bir yanı olduğunu söyleyemem. Bu gerçekten bir hiçbir şey sandviçiydi. Boş, sıkıcı ve amaçsız. Bitirdikten sonra da neden diye sordurtuyor. Event ve birkaç yan olayı ortalama gitmeyi başarsa da bu ara sayılar gerçekten kötü bir şekilde ilerliyor. 


Notum: 3.0

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.