Kafamda Deli Sorular: Serdar Akar Neye ve Niye Dönüştü?




Fark etmişsinizdir; Kafamda Deli Sorular serisi bundan yaklaşık 4 sene önce çizgi romanlar hakkında merak ettiğimiz ilginç soruların cevabını aradığımız bir seriydi. Şu an ise tamamen sevdiğim filmler üzerine merak ettiğim, kafa yorduğum sorular üzerine ilerliyor yazı serisi. Bundan önce Alien'daki tarihi sahnenin çekim sürecini, Sixth Sense'in izleyiciyi şaşırtma kültürüne yaptığı devasa katkıyı ve Donnie Darko'nun her izleyici nasıl özel kıldığını kendimce anlatmaya çalıştım. Alien yazısı biraz daha araştırma kökenli olduğu için bağlam olarak çok eleştirilebilecek bir nokta olduğunu sanmıyorum, ama diğer iki yazıda tamamen şahsi yorumlarım vardı, umarım beğenmişsinizdir. Sitemizde pek fazla yerli film incelemesi olmasa da, beni tanıyanlar bilir ki yerli filmlere oldukça ilgiliyimdir. E haliyle bu seri sevdiğim filmlerde ilgimi çeken özelliklere kafa yorduğum bir seri haline gelmişken, artık biraz yerli yapımlara da değinmenin sırası geldi. Başlığı bulmakta çok zorlandım, çünkü aklımda daha sert fikirler de vardı ama sanırım en kibarını seçtim: 'Serdar Akar Neye ve Niye Dönüştü?'. 


Sert fikirlerim vardı çünkü canımı sıkan bir konu bu. Serdar Akar'ın neye dönüştüğünü anlamak için önce eskiden ne olduğuna bir bakalım. Akar yerli sinemamızda çok şey vaat eden ama sonrasında daha ileri bir akıma evrilememiş, oldukça az sayıda yapımla sınırlı kalmış 'Yeni Sinemacılar' platformunun kurucularından. İtalya'da Fellini'nin başını çektiği İtalyan Neorealizm akımı veya Lars Von Trier ve Thomas Vinterberg gibi usta yönetmenlerin Danimarka'da başlattığı Dogme 95 akımından ilham aldığı çok ortada olan Yeni Sinemacılar, aslında adını layığıyla yerine getirerek yerli film kültürüne yenilik katma amacıyla kurulmuştu ki ayakta kalabildiği sekiz sene boyunca da bunu başardığı söylenebilir. Bu sekiz sene boyunca Serdar Akar önderliğinde Özer Kızıltan ve Kudret Sabancı yerli sinema kültürüne yeni bir anlatım dili aşılama niyetindeydi. Edebiyat türündeki karşılığı olarak 'Yeraltı Edebiyatı' gösterilen bu anlatım tarzı özünde yalın ve sert gerçekçiliği barındırıyor. Bu günümüzde bakıldığında örneğini onlarca yerli filmde sayabileceğimiz bir özellik olmasına rağmen, başlangıcını kısmen Yerli Sinemacılar'a borçluyuz.


Bu hareketin, hatta bu türün yerli babası, son yıllarda yine popülerleşen Gemide filmi. Filmin meşhur 'Sikerler oğlum, hepimizi sikerler.' sahnesini mutlaka görmüşsünüzdür. Aslında bu film hareketin sinemamıza neler katmak istediğini de çok rahat anlaşılmasını sağlıyor. Yalın gerçekçiliğe filmlerde kuvvetli bir anlatımla yer vererek filmlerimizin geçmişte yumuşak bir şekilde dokunduğu din, toplum, ahlak ve siyaset konularını izleyicinin suratına çarparak, bunlar üzerine düşünmeye zorlayan filmler üretme çabası vardı bu ekibin. Gemide'den sonra Laleli'de Bir Azize filmi bu akımı devam ettirdi. Yeni Sinemacılar'ın bu filmle beraber aslında sinemamıza kattığı bir yenilik daha oldu: Çapraz senaryolar. Gemide'de tek bir sahnede gördüğümüz karakterlerin başından geçenler Laleli'de Bir Azize filmine konu olması yerli filmler için bir ilkti. Özellikle son yıllarda sayısı artan, 'aynı evrende geçen' büyük prodüksiyonlu Amerikan yapımları gibi bu iki filmde de iki farklı olay, iki farklı film ortak noktada buluşuyor. Yukarda adından bahsettiğimiz Kudret Sabancı aynı zamanda Laleli'de Bir Azize filminin de yönetmeni bu arada. 




Bu iki önemli ve ses getiren film ile aslında Yeni Sinemacılar dertlerini ve amacını izleyiciye fazlasıyla aktarmıştı. İki sene sonra vizyona girmeyen, TRT'ye özel çekilen Yer Altında Dünya var filmi pek ses getirmedi. Hatta araştırma yaparken nasıl bir şey olduğunu merak edip izlemek istedim ama izlemeyi geçtim, filmin konusuna bile doğru düzgün ulaşmak pek mümkün değil. O yüzden bu filmi hızlıca geçip bu hareketin diğer ağır topuna değinelim: Dar Alanda Kısa Paslaşmalar. Tıpkı Gemide gibi bu film de günümüzde zaman zaman bazı sahneleriyle gündeme gelebilen, güncelliğini korumayı başarmış bir film. Açıkçası bence filmin Gemide'deki kadar sert sahneleri yok, anlatım dili biraz daha yumuşamış. Daha aydınlık bir film. Yine tabii ki hareketin amacına hizmet ediyor ama ilk iki filmin ağırlığının biraz az azaldığını söylemekte yarar var. Oyuncu kadrosu da bu ekibin işleri arasında en popüler, yıldızlarla dolu isimlere sahip: Müjde Ar'dan Savaş Dinçel'e kadar uzanıyor liste. Şimdi burada Serdar Akar'ın filmografisindeki değişimin sebebi için önemli bir ipucu var.


Dar Alanda Kısa Paslaşmalar dediğim gibi Gemide kadar sert bir film değil. Ama bu yazı için yaptığım araştırmalar arasında bir köşede filmlerin gişe rakamları da vardı. Gemide filmi toplam 16.661 izleyici tarafından sinemalarda izlenirken, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar tamı tamına 142.451 sinemaseverle buluşuyor. 90'lardan bu yana sinemamızda izleyici sayıları özellikle de 2000'lerin başında büyük bir yükseliş yaşıyor ama buna rağmen bu iki film arasında sadece üç yıl var ve aradaki fark gerçekten çok fazla. Bu muhtemelen Serdar Akar için bir ipucuydu. 


Filmlerden devam edelim. Dar Alanda Kısa Paslaşmaların gişedeki başarısından sonra Yeni Sinemacılar ekibi yoluna Maruf filmiyle devam etti. Ancak ne yazık ki bu başarının devamının gelmesi bir yana, film gişede Gemide'nin dahi gerisinde kaldı. Yalnızca 13.005 izleyicinin sinemada deneyimlediği filmden sonra ekibin dağılışının ayak seslerini duymak çok da zor değildi. Bu filme kadar hemen hemen her sene film üretmeye devam eden ekibin bu gişe başarısını tam anlamıyla atlatıp yeni filmlerini piyasaya sürmeleri tam dört senelerini aldı. Bu sefer sırada Takva filmi vardı, ama yazımızın esas konusu olan isim, yani Serdar Akar bu filme kalmadan o dört senelik süreçte Yeni Sinemacılar grubundan ayrıldı.



Maruf'un gişedeki başarısızlığı topluluğun önceki yapımlarındaki bütün başarı yıkıp geçmeye yetmişti, sonuçta bütün olay eldeki parada bitiyordu. Açıkçası Serdar Akar yönetmen olarak bu ekibin başındaki isimlerden biri olsa da yapımcı ve senarist cephesinde Sevil Demirci, Önder Çakar ve Burçak Evren de ekibin başında gelen isimlerdendi. İşleri beraber yönetiyorlardı ki zaten bu topluluğun amacı da birlikte yerli sinemayı ileri taşımaktı. Ama Maruf'un yıkıcı etkisi sonrası her ilişkide olduğu gibi, bu ilişkide de paranın yarattığı sorunlar vardı. Tartışmalarının detaylarını araştırdım ama iki tarafın da farklı söylemleri olduğu için burada bu konuya pek girmek istemiyorum. Süreçten daha çok sonuca odaklanalım biz. 


Serdar Akar'ın ayrılığından sonra Takva vizyona girdi ve açıkçası fena da gişe yapmadı. 349.363 izleyici sinemalarda filmi deneyimledi. Buna rağmen Yeni Sinemacılar bu filmden sonra dağılma kararı aldı. O zamanki ruh halini bilmeden burada atıp tutmak istemiyorum ama şahsen benim yorumum hem Maruf'un yarattığı zorluklar hem de ekipteki ayrılıklar hareketin motivasyonunu oldukça azalttı. Sonuç olarak Önder Çakar ve Sevil Demirci ortaklaşarak Yeni Sinemacıları şirketleştirdi ve hikaye de burada bitti. Takva, yani Yeni Sinemacılar'ın son filmi 2006 yılında vizyona girmişti. Gemide'den bu yana yalnızca beş film katabildiler sektöre, ama hiç tartışmasız yerli sinema kültürümüze ve onlardan sonra gelen filmlere yaptıkları etki paha biçilemez. Özcan Alper'in Sonbaharı'ndan Seren Yüce'nin Çoğunluk'una kadar pek çok başarılı ve ödüllü filmimiz Yeni Sinemacılar'ın yeniliklerinden beslendi. 




Peki bütün bunlar olurken Serdar Akar neredeydi? Maruf'un gişedeki başarısızlığından sonra ekipten ayrıldığını söyledik. Başlangıçtaki hızlı ve çok şey vaat eden bu hareketin bir numaralı yönetmeni yaşanan ilk problemde yolları ayırmayı tercih etmişti. İşte yazının başında bahsettiğim canımı sıkan kısım tam da burada başlıyor: Serdar Akar'ın filmografisini berbat ettiği yerde. Gemide ve Dar Alanda Kısa Paslaşmalar gibi çok sevdiğim işlerin ardından, yaşanan ayrılıktan sonra Serdar Akar kalitenin değil paranın olduğu yere gitti. Televizyon sektörüne. Maruf 2001 yılında çıkmıştı, Serdar Akar ise hemen 2002 yılında Aşk Meydan Savaşı dizisiyle işe koyuldu. Ondan hemen sonra Dişi Kuş ve Cennet Mahallesi yapımlarıyla kariyerini kirletmeye devam etti. Ve bunlardan sonra, Yeni Sinemacılar'daki arkadaşlarının ona karşı hiç dinmeyecek bir öfkeye sahip olmalarına sebep olan işe imza attı: Kurtlar Vadisi. Önder Çakar'ın dediğine göre Kurtlar Vadisi ideolojik olarak Yeni Sinemacılar ile uyuşmadığı için hareket kuruluş aşamasındayken Serdar Akar'ın da isteğiyle, birlikte yaptıkları filmlerin hiçbirinde Kurtlar Vadisi'nde yer alan isimlerle çalışmayacaklarına söz vermişlerdi. Dağılmalarından üç sene sonra Serdar Akar'ın Kurtlar Vadisi'nin yönetmenliğini yapması aslında her şeyi özetliyor. Sonrasında her şey daha da kötüye gitti ve Payitaht Abdülhamit'in dahi yönetmenliğini yaptı. 


Aslında Serdar Akar'ın Kurtlar Vadisi'nden sonra yaptığı işleri saymaya gerek yok. Bu örnek zaten fazlasıyla anlatıyor Akar'ın neye dönüştüğünü. Sinemamıza yenilik katmasını beklediğimiz, insanları daha önce düşünülmeyen konuları düşündürmeye çalışan, yerli filmler arasında çapraz senaryo türünün ilk örneğini bizlere sunan yönetmen, yalnızca iki film sonra yaşadığı maddi zorluklar yüzünden her şeyi berbat etmeyi tercih etmişti. Biz ondan az izlense dahi ödülleri toplayan, sonrasında gelecek filmlere yön verecek klasikleşmiş işler bekliyorken, o, insanları aptal yerine koyan basit, milliyetçi duyguları sömürmekten başka bir işe yaramayan filmler sunmayı tercih etmişti. Bu benim canımı sıkıyor, çünkü ortada devasa bir hayal kırıklığı var. Ve bu hayal kırıklığı zaman zaman yerini öfkeye de bırakıyor. Serdar Akar'ın bu kararı tabii ki beni ilgilendirmez. İstediğini yönetip istediğini çekebilir. Ama ülkemizde bu kadar sağlam başlangıç yapan ve hayatta kaldığı kısa sürede bile sinemamıza büyük yenilikler katmayı başarmış olan bir topluluğun yaşadığı ilk büyük problemde dağılıp, oradan çıkan bir numaralı yönetmenin de değiştirmek istediği, karşı çıktığı yapımların bir parçası haline gelmesi yazıda bahsi geçen bütün filmlerdeki trajedilerden daha sarsıcı. 





Onları yok etmen gerekiyordu Serdar Akar, katılman değil!


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.