Elvis İnceleme | Ödül Gelir Mi Abi?



 Yazının başlığı Cem Yılmaz'ın son işi, Netflix'te yayınlanan Erşan Kuneri'den geliyor: 'Ödül gelir mi abi?'. İzleyenler hatırlar, Kooperatif Kemal bölümünde Uraz Kaygılaroğlu'nun hayat verdiği köyün delisi Mestan karakteri sık sık kuruyordu bu repliği. Bu tür filmlerde sırf ödül almak için yazılan klişe köyün delisi karakterine yapılan çok haklı bir hicivdi aslında, dizinin kalıcılaşan komik esprilerinden biri olmayı da başardı. Bu yüzden bu filme de aslında çok uygun gördüm. Çünkü her ne kadar filmdeki oyuncular sözlü olarak 'Ödül gelir mi abi?' demese de, yapımcıların kendi aralarında bu cümleyi sık sık kurdukları çok ortada.


Son yıllarda çok popüler oldu müzisyenlerin biyografik filmleri. İlginç bir şekil de Türk sineması da bu sefer geriden gelmedi ve modayı ülkemizde de yaşatıyor. Açıkçası bu filmler devam edecek gibi duruyor çünkü gişeleri hala çok başarılı. Geçtiğimiz sene ülkemizde Bergen rekor üstüne rekor kırdı ve ilerde de sinemamızın yüz karası kan emici yapımcılarından Mustafa Uslu da ailesinden izinsiz olarak Neşet Ertaş'ın filmini sinemaya uyarlayacak. Yabancılarda ise aslında bir süredir rastlamıyorduk ama hem Rocketman hem de Bohemian Rhapsody filmlerinin gişe ve ödül olarak başarılarından sonra şimdi karşımızda Elvis var. 





Açıkçası bu filmler bence her zaman bir adım önde başlıyor: Çünkü ellerinde zaten hazine misali müzikler var. Sırf müziklerin sinemada kullanımı bile izleyicilerin filme olumlu bakmasını fazlasıyla karşılıyor. Ancak ilginçtir ki bu filmler genelde müziklerin yarattığı olumlu etkiyi kullanıp harika yapımlara dönüşmek yerine, müziklerin ürettiği krediyi yiyorlar ve ortada çok da elle tutulur yapımlar kalmıyor. Bunun en büyük örneği Bohemian Rhapsody idi bence. Filmin kurgusu berbat, senaryosu rezil ama yine de Queen'i o kadar çok seviyorum ki filmden nefret etmeyi geçtim, aksine müzikleri sinemada dinlemek çok keyif vericiydi. Özetle göz boyamak için türüne zor rastlanır bir etken bu müzikler. Çıkan her biyografi filminde umarım film müziklerin etkisini azaltacak bir anlatıma ve teknik özelliklere sahip değildir diye umut ederek izlemeye başlıyorum; çoğu bu asgari şartları bile sağlayamıyor. Ancak bu filme biraz daha olumlu bakılabilir bence.


Öncelikle diğer bazı biyografi filmlerine konu olan ünlülerin aksine Elvis Presley'in hayatında ilginç ve kayda değer olaylar olduğunu belirtmek lazım. Kendisinin zaten müzik tarihindeki paha biçilmez yeri aşikar, ancak hayatı da gayet filmlere konu olabilecek olaylara sahip. Yani filmin bakınca epey bir malzemesi varmış, ki zaten de 2 saat 40 dakikalık bir süreye sahip. Ben filmi basın gösteriminde izledim ve bu gösterimlerde mola olmuyor. Bu kadar uzun filmler genelde yoruyor molasız izleyince ancak bu filmde rahatlıkla bunu hissetmediğimi söyleyebilirim. Kısacası bence gayet akıcı bir film ve sahip olduğu süreyi de dolu dolu kullanmış. Buna rağmen Elvis'in hayatında yer alan oldukça önemli olayların bazıları filmde yer bulamamış. Mesela tek başına bile filmlere konu olan bir olay filmde yok: Elvis'in Nixon ile buluşması. Buna ister plansızlık deyin isterseniz de tercih, hangi açıdan bakarsak bakalım film adına büyük bir eksik. 





Yönetmen filmde yer almayan bu tarz kritik olayların kendi elindeki 4 saatlik versiyonda yer aldığını söylüyor. Bu ucuz bahaneyi sektöre katan Zack Snyder'a da selam ve teşekkürlerini iletiyor (!). Bizi vizyona giren versiyon ilgilendirir, yapacak bir şey yok. 4 saatlik versiyon akıcı mıydı bilmiyorum ama dediğim gibi vizyona giren halinde bence çok kopuk kısımlar yok. Bazı yerler haliyle hızlı geçilmiş, bazı yerlere ise hiç vakit harcanmamış ama sonuç olarak sonlardaki birkaç pürüz dışında süreklilik korunmuş. Bence filmin en büyük başarısı da bu: Sahip olduğu sınırsız kaynak ve uzun ekran süresine rağmen bir şekilde üstesinden gelmişler. Ayrıca film görsel olarak da gayet iyi duruyor, ışığın çok titiz ayarlandığı şık sahneler mevcut. Bu noktada tek rahatsız kısım Luhrmann'ın özellikle filmin ilk yarısındaki gereksiz ve haddinden fazla zoom kullanımı oldu. Onun dışında pek bir problem yok.


Elvis'in sıkı bir hayranı olmasam da müzik listelerimde yer alan sevdiğim bir sanatçıdır. Gitar çalmayı öğrenirken çalıştığım ilk parça onun Love Me Tender eseridir. Filmde de müziklerini sinemada dinlemek, gösterilerinin yeniden çekimini deneyimlemek gayet keyifliydi. Özellikle bazı parçaların ortaya çıkış hikayesini Elvis'in geçmişteki anılarını göstererek aktarmaları hoşuma gitti. Ayrıca Elvis Presley'in gençliğindeki siyasi yönünü hiç bilmiyordum, bazı yerlerde abartıldığını düşünsem de bu konuda kısmen bilgilenmek de benim için bir artıydı. Başlarda acaba müzik kullanımı biraz az mı diye şüphelerim vardı ama sonradan olması gerektiği seviyeye çıkmayı başardı bence. Sadece bazı kısımlarda şarkılar diyaloglar yüzünden bölünmese daha iyi olabilirdi. 'Keşke bunu da koysalardı.' dediğim bir parça aklıma gelmedi henüz, memnunum yani. Ancak filmin müzikleriyle ilgili bir sorunum var. Hem de hiç anlam veremediğim, ama tahminimce gözleri paradan başka bir şey görmeyen ve beyni de sinema hariç bütün kurnazlıklara çalışan yapımcıların sebep olduğu bir hata. Ya bu filmde rap parçaları var. Yanlış fark etmediysem tam 2 tane. Bir tane olması bile büyük bir yanlış olurdu ama göz ardı edilebilirdi. Elvis'in biyografik filminde rap parçaları kullanmış adamlar. Elvis'in. Country ile rock türleri arasındaki geçişi sağlayan, ikisinin kombinasyonunu inanılmaz bir şekilde sağlayarak kendine has tarzını, hem müziğini hem de dansını tarihe miras bırakan adamın hayatının anlatıldığı filmde rap parçaları kullanılıyor. Sebebi ne? Muhtemelen yapımcıların gençleri de filme çekme çabası. Çünkü Elvis'i tanımayan gençlere onu anlatma gibi bir dertleri yok. Tek istedikleri gençlerin cebindeki üç kuruş. O üç kuruş için de hem kendi yaptıkları filme hem de Elvis'in mirasına saygısızlık etmekte bir kusur görmüyorlar. Böyle çalışıyor bunların beyinleri. Bunlardan bir tane de bizde var ama adını şimdi tekrar anmaya gerek yok, yazının başında anmıştık.




Film akıcı dedik, Elvis'in müziklerini zaten övmek haddimiz bile değil; öyleyse filmin ana kusuru ne? Klişeler. Gerçek hayatta menajerler genelde şerefsizdir, kimse alınmasın. Ancak filmlerde ise menajerler hep şerefsizdir. Yine kimse alınmasın, ben koymadım bu kuralı. Bu film de almış klişeyi tepe tepe kullanmış. Yetmemiş, ailesinden uzak kalan yıldız sanatçı klişesini de dayamış. Filmin ilk yarısından çok memnunum fakat ikinci yarısı çok fazla klişe dramlarla dolu ve filmin gözümdeki değerini de oldukça düşürdü bu durum. Diğer biyografik filmlerde rahatsız olduğum ne varsa filmin sonlarına doğru burada da yer buluyor ve klişe batağına adeta saplanıyor film. Ayrıca filmin sonlarının biraz aceleye geldiğini de düşünüyorum. Aceleye gelmesinden kastım kurguyla ilgili aslında. Muhtemelen 4 saatlik versiyonu kısaltırken sonlarda baya bir kırpmalara yer vermek zorunda kaldılar ve bazı olaylar hızlı geçildi. Bu yüzden de finale doğru kopukluklar artıyor ve olay örgüsünde de ciddi atlamalar oluyor açıkçası. Filmin genel işleyişinde de özellikle Elvis ile menajeri Tom Parker arasındaki ilişkide çok mantıksız duran, üstünkörü yazılmış yerler var ama oraları hızlı geçerek çok göze batmaması için elinden geleni yapıyor film. Yine de bu anların bir kısmı bence gerçek dışı hatta çocukça duruyor. 


Biraz da filmin başka olumlu kısımlarından bahsedelim: Mesela oyunculuklar. Tom Hanks'in en son bu kadar önem verdiği performans yanılmıyorsam The Post filmindeydi, çok özlemişim. Bence üzerindeki makyajın ağırlığına rağmen çok iyi bir performans ortaya koymuş. Menajerin sahte ruh hallerini başarıyla yansıtıyor, üstüne bir de karaktere kattığı tiz ve sık sık detone olan sesi de ekleyince hafızalarda yer etmeyi başaran bir iş çıkarmayı başarıyor. Biraz katikatürize dursa da karakter böyle yazıldığı için bence Hanks görevini layığıyla yerine getirmiş. Peki ödül gelir mi abi? Ödülü konuşmak için çok erken ama bence pek çok önemli organizasyonda adaylık kapmayı başaracak, buna Oscarlar da dahil. Başrol Austin Butler ise bence kariyerinin zirve performansını sergilemiş. Zaten genç bir aktör ama olsun. Özellikle sahne performansı harika, Elvis'in danslarını sıkı çalışmış ve anlık olarak aslında zor olan hareketleri ekranda sırıtmayacak bir samimiyetle sunmayı başarmış. Elvis'e benzerliği konusunda bence suratı biraz daha kilolu olmalıydı ama çok sorun değil. Özetle oyunculuklardan çok memnun kaldım. Austin'in Dune 2 filminde yer alacak olmasına da bu filmi izledikten sonra daha da heyecanlandım. Peki ödül gelir mi abi? Valla zor ama gelebilir. Törenler sever böyle rolleri, adam da iyi oynamış zaten. Bunu artık Oscar döneminde klasikleşmiş yazı serimizde detaylıca değerlendiririz. 


Filmle ilgili en problemli bulduğum kısım final kısmı. Açıkçası Elvis'in ölümü çok hızlı geçiştirilmiş gibi hissettim. Nasıl öldüğüne dair türlü türlü hurafeler de bulunduğu için sanırım oralara çok girmek istememişler. Ama burada bir başka problem daha var: Filmin finalde vurucu bir sahnesi yok. Daha doğrusu çok kolaya kaçan bir finali var. Mesela her ne kadar teknik olarak bu filme göre çok daha büyük problemleri olmasına rağmen Bohemian Rhapsody finalde devasa bir sahneye sahipti ve zevkten dört köşe eden bir konser deneyimi sağlıyordu izleyenlere. İnanılmaz bir emek bulunan sahneye zaten film ilk sahnesinden beri izleyenleri hazırlıyordu. Burada da filmin sonuna bir konser performansı ayrılmış ancak bu film için çekilmiş bir konser sahnesi değil, gerçek görüntülerden oluşan bir konser sahnesi. Elvis'in konser görüntülerini kolaj haline getirmişler yani. Haliyle etkileyici ve vurucu olmadığı gibi kolaya kaçılmış gibi de hissettiriyor. Ben finalde daha etkileyici ve uğraşılmış bir tekrar çekilen konser görmeyi beklerdim. Bir de final kısmı demişken eklemem lazım: Hollywood ne zaman bir twisti açıkladığı sahneden hemen sonra, filmde o twistin ipuçlarını veren sahneleri arka arkaya koyup izleyenlerin gözüne sokmayı bırakacak merak ediyorum. Bir sürü filmde yapıyorlar bu hatayı hala. Bu filmde de menajerle ilgili gerçek ortaya çıktığı zaman bu durumun ipucunu veren sahneleri hızlı hızlı koyuyorlar önümüze. Sağ olun, biz fark edememiştik. En sevmediğim şey izleyicilerin aptal yerine konması. 




Yukarda Elvis'in ölümü hızlı geçilmiş dedim ama bence filmde bu kısımla ilgili daha önemli bir problem var: Elvis'in ölümüne gerekçe gösterirken yapılan saçmalık. Menajerinin, ailesinin, Amerikan müzik sektörünün yani kısaca onun sırtından para kazanan herkesin Elvis'i yorgunluktan ölüp bitmesine rağmen ilaçlarla, iğnelerle onu sahneye çıkmaya zorlaması Elvis'i kendi ölümüne götürmüşken film bütün bunları pas geçerek ucuz, hayalperest bir sebep sunuyor bu ölüme: Sevgi. Oldu ya. Kapitalist sistemin adamın sırtına çullanıp enerjisinin son damlasına kadar onu kullanıp hayatının son dönemlerinde adamı yorgunluktan hasta olacak hale düşürmesi öldürmedi Elvis'i; sevgi öldürdü. Yemezler. 


Sonuç olarak Elvis bence türdaşlarına göre daha az teknik kusuru olan, akıcı, doğal olarak müziklerini dinlemesi aşırı keyifli olan ve başarılı oyunculuklara sahip bir biyografi yapımı. Ancak aynı zamanda klişelerden yakasını kurtaramayan, türlü mantıksızlıklara, tarihi eksikliklere ve müzik seçiminde yapılan rezilliklere sahip, yapımcıların paraya ve akabinde ödüle susamışlıklarını hiç gizleyemediği bir yapım. Sinemada sırf müzikleri ve dans performansları için bile izlemeye değer bence. Yine de çok daha iyi olabilirken, büyük kusurlarıyla yer yer tat kaçırmaktan kurtulamayan, ama buna rağmen izlemekten keyif aldığım bir film oldu. 


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.