Paul Thomas Anderson'un Kısası I Anima'nın Gizemi


Yönetmenliğini Paul Thomas Anderson, müziklerini Thom Yorke'un üstlendiği 15 dakikalık Netflix kısa filmi olan "Anima" 2 Temmuz itibari ile platformda yerini aldı. Yapımı ilginç kılan nokta, ikilinin yoruma fazla açık bir sanat ortaya koymuş olması.

Evet sanat diyorum çünkü Anima, 15 dakikalık kısa bir müzikal filmi. İçersinde hiç diyalog bulunmayan yapım konusunu, Thom Yorke'un aynı isimli yeni müzik albümü olan Anima'dan üç şarkı ile işliyor. Not The News, Traffic ve Dawn Chorus.

Anima, ikilinin beraber çalıştığı ilk yapım değil ancak PTA ile Radiohead'in bulunduğu işlerin en sonuncusu. PTA daha önce grubun 3 müzik klibini yönetmişti. Ayrıca PTA 2007'de There Will Be Blood'u yönetmiş ve müzikleri için Radiohead'in gitaristi Jonny Greenwold ile çalışmıştı.

Anima, Anderson ve Radiohead grubu üyelerinin birlikteliğinin devamı olarak ortaya çıkan bir şaheser. Bu şaheser görüntü yönetmeni olan Darius Khondji'nin muhteşem sinematografisi ile birleşiyor ve Thom Yorke'un Prag'ta bir banliyo treninde başlayan büyülü rüyasına bizi ortak ediyor.

15 dakika olmasına rağmen basit bir anlatıma sahip olmayan Anima, hikayesini şarkılardan faydalanarak ilerletiyor ve Thom Yorke aslında bu üç şarkı ile hikayeyi 3 katmana ayırmış oluyor. Hikayenin ilk katmanı, belkide takip edilmesi en kolay olan ilk şarkı "Not The News" ile başlıyor.


"Not The News" ile başlayan hikayemiz, isimsiz başkahramanımızın-yapımda diyalog bulunmadığı için yer alan hiçbir karakterin ismini öğrenemiyoruz.-Yorke'un Prag'ta bir banliyo treninde, etrafına bakması ve herkesin uyuyor olduğunu fark etmesi ile başlıyor. Kendini aniden bir rüyada bulan Yorke, hareketli bir dansın ritmine kapılıyor. Herkesin aynı giyindiği bir ritmin içerisinde herkes bir telaş içinde birbirini takip-bence taklit- ediyor ve bu koşuşturmaya ortak olma yarışına, sistemin parçası olmaya çalışıyorlar.

Yorke'un trendeyken dikkatini çeken bir diğer unsur ise İtalyan aktris Dajana Roncione. İlerleyen katmanlarda hikayede payı olan Dajana dışında en önemli nokta ise Yorke'un bariyerlerden geçemeyen tek kişi olması. Dajana, Yorke'un algısını ortadan kaldırır. Bu sahne gerçek hayatta yaptığımız veya yapmadığımız şeyler içerisinde bulunan ve aniden ortaya çıkan özlem duygusunu bizlere aktarıyor. Yorke burada şu dizeleri söylüyor:

 / Who are these peoople? (Bu insanlarda kim?) / You're starting violence. (Şiddetli bir şekilde başlıyorsun.) / And say nothing. (Ve hiç bir şey söylemiyorsun.)

Daha sonra gri giyinenlerin Yorke'u pas geçerek gittiğini ve hiç birinin onu o bariyerden geçirmek için herhangi bir uğraş vermediğini görüyoruz. Yorke bu sırada elinde başkasına ait bir evrak çantasını tutuyor ve sahibine vermek üzere ilerlemeye çalışıyor. Bize aktarılan bu sahneler gerçekte dünyada neler olup bitsede insanların buna dikkatli bir şekilde dönüp bakmadığını ve tepki vermediklerinin bir mesajı aslında. Dünya'ya karşı ilgililer yalnızca uyudukları zamanlarda.


Hikayenin ikinci katmanı "Traffic" müziği ile başlıyor. Bariyerlerden geçemeyen Yorke, istasyondan çıkar ve bir tavşan deliğinden süzülerek bir sanat akışının içerisinde bulur kendini. Önüne eğilimli gri bir döşeme çıkan Yorke, gri giyinmiş kalabalık ile tekrar karşılaşır ve hareket eden zemin üzerinde mücadele ederek dengede durmaya çalışır.

Anima'nın ilk katmanı gerçekte, gündelik hayat ile ilgiliyse ikinci kısım daha çok hayat karşısında dik durmak ve mücadeleyi sürdürmek üzerine kurulu. Traffic ile müzik ve hikaye hız kazanıyor. Daha çok tekno esintileri araya karışıyor ve koreografi hızlanarak Yorke kendini teslim ediyor. Özgürleşiyor. Evrak çantası bir kenara atılıyor. Grili adamlarla yapılan koreografi sona eriyor. Gazete kağıtları geçmişe uçuyor. Yorke'un sözleri gittikçe bir anlam ifade etmemeye başlıyor ve özgür olduğunu fısıldamaya başlıyor.

Traffic, hikayenin hayal kısmı için önemli olduğu kısımdır. Not The News'de uykuya dalarken, Traffic'te kendimizi bir düşün içerisinde buluyoruz.


Hikayenin son kısmı, Netflix'e, PTA'ye ve Thom Yorke yakışır bir anlatım ve his ile bitiyor tabii ki. "Dawn Chorus" kısmı ile 3. katmana geçen Anima'da Yorke, trende karşılaştığı kız, Roncione ile tekrar bir araya geliyor.

Yorke burada her şeyin nasıl büyülü olduğunu şu dizeler ile ifade ediyor:

 A little fairy dust / Thousand tiny birds singing. ( Birazcık peri tozu / Şarkı söyleyen yüzlerce minik kuşlar.)

İkili bir sokakta bir araya geliyor ve dizelerde birleşiyorlar.

Bu kısım bize Anima'nın romantizm havasına sahip olduğunu gösteriyor. İkili bütün geceyi beraber geçirir ve sabahın erken saatlerinde klüpten dışarı çıkar, birbirlerine geçen hissi yakalarlar. Rüyalarda buluşan çift, rüya olarak kalır ve Yorke bu rüyadan asla uyanmak, onu kaybetmek istemez. Uyuyakalmak için savaşır ve bağırır:

It's the last chance (Bu son şans) / It's the dawn chours (Bu şafak korosu)

*Dawn Chours: Dilimizde tam anlamı olmamakla birlikte, yüzlerce kuşun şafaktan önceki vakitte, adeta bir koro halinde ötttüğü vakti ifade eder.


Anima kendini ve konusunu izleyenlere açıkça belirtmiyor. Thom Yorke ve Paul Thomas Anderson, sorgulayacı ve düşündürdüğü bir biçimde Anima'yı bizlere sunuyor. 15 dakika olmasının bu yüzden elbette bir sebebi var. Gündelik hayata ve olaylara göz atmamızı sağlıyor. İşe gidip gelmeye, sonrasında çılgın bir partiye ve final olarakta sokaklara dökülüyoruz fakat hala kafamızda olan bitenlerle yüzleşmek için doğru zamanda ve doğru şekilde hazır değiliz. İşte Anima bu bağlamda bize kısa bir özgürlük temsil ve vaad ediyor. Toplum olarakta, birey olarak nasıl hareket ettiğimizin gösterisini izliyoruz.

Yorke'un rüya kavramını bu kadar çok işliyor ve aslında bütün hikayeyi buna dayandırıyor olmasının bir diğer önemli sebebi ise analitik psikolojinin kurucusu olan İsviçreli Psikiyatr Carl Jung'un felsefesinden etkilenmiş olması. Bu etki yapımın başlığından içeriğine kadar yoğun bir biçimde hissediliyor. Anima, Jung'un felsefesine göre, erkek ruhunun rüyalarda ortaya çıktığına inandığı bilinçdışı kadınsı tarafıdır. Bu yüzden Yorke Roncione'yi uyumaya çalışırken görüyor ve rüyasında bilinçdışı bir şekilde bir araya geliyorlar. Kısaca Yorke, rüyasında dişil ve eril olarak bir bütün olarak yeniden bir araya geliyor.

Güneş batıpta Yorke'u tekrar trende gördüğümüzde, bunların bir rüya olup olmadığını hep birlikte sorguluyoruz. Her şey başladığı gibi bitiyor ve Yorke, kadını tekrar görüyor. Anima'nın döngüsü yeniden başlıyor fakat bu sefer Yorke için farklı olacak olan taraf ise kadını hatırlaması sebebi ile yeniden oluşabilecek veya hatırlayabilecek bir fikrin veya bir hissinin olması.


Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.